Yapı Kataloğu - Nitelikli Mekan Yaratma Platformu

Bize Ulaşın +90 (850) 303 27 83
Yapı Kataloğu Mimarlar Rehberi Röportajları Spektrum Serisi x S+ ARCHITECTURE

Yapı Kataloğu Mimarlar Rehberi Röportajları Spektrum Serisi x S+ ARCHITECTURE

Söyleşimize “Neden mimarlık?” sorusunu sorarak başlayalım. Nasıl karar verdiniz mimar olmaya, eğitim süreciniz nasıldı? 

Murat Soygeniş: Ben başlıyorum sohbete. Çocukluğumdan itibaren odamı düzenlemek için eskiz ve planlar çizer, aralıklarla yeniden düzenlemeyi, eşyaların yerini değiştirip daha rahat bir kullanım ortamı yakalama peşinde koşmayı severdim. Bu sadece odam ile sınırlı değildi, yeni gördüğüm mekanlar için de yeni kurgular hayal ederdim. Çocukluktan itibaren ailemle birlikte çeşitli illerde bulunmamız, Türkiye’nin farklı bölgelerinde, kentlerinde olma şansını yakalamam, doğudan batıya farklı medeniyetlere ait kültürel zenginliklerimizi görebilmem; antik kentleri, yerel mimariyi tanımak mimarlığa ilgi duymama neden olmuş, benim için mimarlığı ilginç kılmıştır. Mimar olma isteğim bu temellere dayanıyor diyebilirim.

Sema Soygeniş: Çocukluğumdan meslekle ilgili ilk hatırladığım, 6-7 yaşlarımda eczacı olmak isteğimdi. Nedeni de şimdi gülümseyerek hatırladığım, Ankara Bahçelievler’de ailemin sıkça kullandıkları eczanenin ilaç dolapları ve dolaplar içinde dizili ilaç kutuları idi. Sanırım bu renkli kutular ve onların bir düzen içinde dizilişleri ilgimi çekmişti. Meslek seçimi için oldukça iyi bir nedenmiş! Doğduğum ve ilkokulda oturduğumuz iki yapı da babam tarafından inşaatı yaptırılmış, tasarımı da annem ve babamın kararları doğrultusunda gerçekleştirilmişti. Babam inşaat mühendisi olduğu için evde projeler üzerinde konuşmalar geçer, sokakta bir yerlere giderken inşaat halindeki yapıların önünde durulup çeşitli yorumlar yapılırdı. İstanbul’da oturduğumuz eve karar verilme sürecinde, evin çevresindeki yapılar, ana yol ile ilişkileri, iç mekanların hangi yöne baktığı, mekan organizasyonu, taşıyıcı sistemi, beton ve kullanılan malzemelerin kalitesi, apartmanın kat adedi, ısınma ve yalıtım problemleri gibi konuların uzun uzun konuşulduğunu hatırlıyorum. Ortaokul ve lisede matematik derslerini severdim, çocukluğumdan itibaren resim çizmeyi de sevdiğimi hatırlıyorum. Üniversite ve bölüm seçimlerinde merak duyduğum tıp ve mimarlık arasında mimarlığın bana daha uygun olduğuna karar verip mimar olmaya karar verdim. Bugün baktığımda da çok doğru bir karar verdiğimi düşünüyorum.  

Erin Soygeniş: Üniversiteye hazırlık yıllarımda mimarlık eğitimi almak istediğimi bilerek hazırlanmıştım. Küçüklüğümden beri ailemle birlikte gerçekleştirdiğimiz yurtiçi ve yurtdışı geziler, önemli mimari eserleri görebilmem, mimari proje ve yarışmaların gerçekleştirildiği ortamın içinde büyümem mimarlığı benim için de çekici kılmıştı. Evde ve ofiste hep elimin altında olan, içinde renkli bina fotoğraflarının olduğu kitaplar ve dergiler, maketler, çeşit çeşit eskizler, projeler… Bu ortamların içinde büyümüş birisi olarak mimarlık hakkında daha çok bilgi edinmek için lisedeki son yaz tatilimde Harvard Üniversitesi’nin lise öğrencileri için düzenlediği yaz okuluna katılmaya karar vermiştim. Mimarlık ve sanat üzerine kredili birkaç ders aldım yaz okulunda. Yine o yaz, ailemle birlikte çıktığımız bir seyahat kapsamında, kuzeydoğu ABD’de ve Kanada’da birkaç mimarlık okulunun düzenlediği - Kanada’da McGill Üniversitesi, ABD’de Syracuse, Buffalo, RISD, Yale, Cornell üniversitelerinde - bilgilendirme tur ve toplantılarına katılmıştım. 

ABD’de mimarlık eğitimi almaya karar verdikten sonra, başvuru süreci ve istenenlerin bir araya getirilmesi, SAT testleri, makale yazılması ve mimarlık okulu başvurularının olmazsa olmazı olan portfolyo hazırlığı tüm zamanımı alıyordu. Lisenin son iki yılı hazırlıklarla geçti. Birçok üniversiteye başvurular yollandı. Sonuçları ailemle birlikte çok heyecanla beklediğimizi hatırlıyorum. Çok sayıda erken kabul ve normal kabul almıştım. Sürekli olarak en iyi mimarlık okulu seçilen ve benim de kabul almayı en çok istediğim Cornell Üniversitesi Mimarlık Sanat ve Planlama Okulu’nda karar kıldım.

MS: Sema ve benim İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde öğrenci olduğumuz 1978 ve 1982 yılları Türkiye’nin istikrarsız yıllarıydı. Hayat normal akışında gitmekten çok uzaktı. Toplumsal ayrışmalar, sorunlar kendini her mekanda hissettiriyordu. İstikrarsız ortam üniversitelerde öğrenci çatışmalarına, eğitim sürecinde kesilmelere neden oluyordu. İlk tercihim olan İTÜ Mimarlık Fakültesi’ni kazandığımı öğrenmiş, çok sevinmiştim. Birçok diğer üniversite gibi İTÜ de bir süreliğine kapatılmıştı. Kayıt yaptırmış ve mimarlıkta eğitimin tekrar başlamasını bekler duruma gelmiştik, benimle birlikte kayıt yaptırmış olan yaklaşık 150 kadar yeni mimarlık öğrencisi ve bizden bir sene önce İTÜ Mimarlık Fakültesi’ni kazanmış olan ve birinci sınıfa hiç başlayamamış öğrenciler olarak. Eylül ayında başlaması gereken güz dönemi birkaç ay gecikmeyle kışın başlamıştı. Biz de mimarlığa ilk adımımızı atabilmiştik.

SS: Üniversiteye girdiğimiz yıllar Murat’ın da belirttiği gibi eğitimin kesintilere uğradığı yıllardı. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nin kontenjanı 150 kişi idi. Bizden önceki yıl eğitim kesintiye uğradığı için 1977 girişli öğrencilerle birlikte, aynı yıl birinci sınıfta 300 kişilik bir grup olarak ders yapıyorduk. Gergin olan siyasi iklimin izleri her alanda kendini gösteriyordu. Örneğin, üniversiteye her girişimizde üstümüz ve eşyalarımız aranıyordu, dersler bittiği zaman da binayı terk etmek zorunluluğu vardı. Dört yıl boyunca İstanbul gibi bir kentte mimarlık eğitimi almamıza rağmen hiçbir derste kent gezisi yapamamıştık. Mimarlık tarihi dersinde verilen, Ayasofya Müzesi’ni gezmeyi gerektiren bir ödeve de mantığını hâlâ anlamakta zorlandığım bir nedenle bazı öğrenciler karşı çıkmış ve toplu olarak ödevi teslim etmeme kararı alınmıştı. O dönem içinde mimarlık kütüphanesine hiç kitap alınamadığını da daha sonra bir öğretim üyesinden duymuştum. Mimarlık eğitimim sırasında mimari projeleri hep istekle ve severek yaptığımı anımsıyorum. En büyük avantajımın hızlı çizim üretebilmek ve tasarım yapmaktan keyif alarak projeyi geliştirebilmek olduğunu düşünürüm. 

MS: Türkiye’nin bu çatışmalı yılları sürecinde toplumsal çalkantılar, hüzünlü hikayeler gündemi oluşturmuş, kesintilerle süren eğitim nedeniyle mimarlık eğitimi nasıl olmalı konularını hissedemeden mezun olmuştuk. Mezuniyetim sonrasında ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde yaklaşık sekiz ay süren yüksek lisans çalışması sonrasında aldığım burs üzerine ABD’ye, Buffalo Üniversitesi’nde o zamanki adıyla Mimarlık ve Çevre Tasarımı Okulu Mimarlık Bölümü’nde İleri Yapım Teknolojisi programında yüksek lisans eğitimi almak üzere gittim.

SS: İTÜ’nden mezun olduktan sonra yüksek lisans programlarından içerik olarak bana katkıda bulunacağını düşündüğüm İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde restorasyon programında yüksek lisans eğitimime başladım. Amacım restorasyon üzerine uzmanlaşmaktan ziyade İstanbul gibi bir kentte mimarlık yapacaksam, tarihi çevre ve restorasyon alanlarında bilgilenmek isteğimdi. Restorasyon programından mezun olduktan sonra Nezih Eldem’in başkanı olduğu Mekan Örgütlenmesi ve Donatımı Kürsüsü’nde araştırma görevlisi oldum. Nezih Eldem, Sedat Gürel, Muzaffer Sudalı ile çalışma imkanım oldu, Muzaffer Sudalı’nın asistanı olarak derslere girdim. 1985 yılında Buffalo Üniversitesi’nden aldığım yüksek lisans kabulü ve burs üzerine Buffalo’ya gitmek üzere İTÜ’nden ayrıldım. Murat ile bu dönemde evlendik ve Murat’ın yanına Baltimore‘a iki ay sonra da Buffalo’ya gittim. İTÜ’den yüksek lisans derecem olduğu için Buffalo Üniversitesi Mimarlık ve Çevre Tasarımı Okulu İleri Yapım Teknolojisi programından bir yılda mezun olma hakkı kazandım. Yüksek lisans programındaki sorumluluklarım arasında program geliştirilmesi, derslerin desteklenmesi, programın bültenini çıkarmak gibi konular ağırlıkla öne çıkıyordu. Program direktörü olan Alman profesör Günter Schmitz ile birlikte çalışıyor, hem program sorumluluklarımı yerine getiriyor hem de aldığım derslerin gerektirdiği çalışmaları yapıyordum. Buffalo’da dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş yüksek lisans eğitimine katılan mimarlarla tanışma imkanım oldu. Bu karşılaşmaların mesleki tanışmaların ötesinde kültür-eğitim, kültür-mimarlık konularında yeni açılımlar, sorgulamalar sağladığını düşünüyorum. 

ES: Cornell’deki eğitim dönemimde ve sonrasında yaptığım yolculuk, ilgi alanlarım hakkında sürekli bir keşif oldu. Her deneyim kendimle ilgili yeni bir şey keşfetmeme yardımcı oldu ve beni bir sonraki aşamaya yönlendirdi. Üniversite yıllarım boyunca, New York City’nin hiper yoğunluğu, Manaus’un iklimsel ve sosyal sorunları ile Orta Doğu’daki mülteci kampları gibi çeşitli kentsel konulara odaklanan proje tabanlı derslerin bir parçası oldum. Tasarımlarımda sosyal etkileşimin altyapısını hazırlayan ve güçlendiren, değişen durumlara cevap verebilen esnek yaklaşımlar üzerine yoğunlaştım. Bu stüdyolar sayesinde, kamusal alan ve kentsel sorunlara olan ilgimi keşfetme fırsatı buldum. Stüdyo süreci aynı zamanda mimarlığı ve inşa edilmiş çevreyi, kentsel ortamlardaki toplulukları ve sosyal yaşamı desteklemenin yollarını anlamama yardımcı oldu. 

SS: ABD’de bulunduğumuz dönemlerde çeşitli mimari geziler yaptık, dünyaca ünlü mimarların yapılarını inceleme olanağı bulduk. 1985’lerden itibaren Cornell Üniversitesi’ni de gezmiş, kampüsteki birçok yapıyı incelemiştik. Erin’in Cornell Üniversitesi’ne kabul edilip eğitimine başlamasından sonra bu geziler arttı.  Mimarlık stüdyolarının yer aldığı Milstein Hall, dikeyde birbirine akan mekanları, geniş stüdyoları, stüdyo içindeki jüri mekanı, alt katta sergi mekanı, mevcut eski yapılarda yer alan kütüphane, maket atölyesi ile tasarımı etkili ve olanakları zengin bir mimarlık okulu yapısıydı. Biz de mimar ve eğitimciler olarak Erin’i ziyaretlerimizde bu mekanları deneyimledik, öğretim üyeleri, veliler ve mimarlık öğrencileri ile tanıştık. 

ES: Lisans eğitimim sırasında önemli bir kazanım, bir dönemimi Cornell Roma Kampüsü’nde, bir dönemimi de Cornell New York Kampüsü’nde geçirmiş olmamdı. Beş yıllık lisans eğitiminin zorunlu yarıyılları olarak bu iki kampüste birer dönem geçiriliyor. Roma’da tarihi doku içinde bir proje yapma şansını yakalamıştım. New York dönemimde de adeta bir mimarlık laboratuvarı olan kentte bir proje çalışması yapabilmek beni çok heyecanlandırmıştı. Benim için çok önemli sayılabilecek, formel eğitim dışındaki deneyimlerim, Cornell’de lisans eğitimim sırasında Eidlitz Seyahat Bursu kazanmış olmam, bir dizi uluslararası yarışma deneyimi, stajlardır. Eidlitz Seyahat Bursu Cornell Üniversitesi tarafından desteklenen “Strateji olarak Mimarlık: Medellin’de Kentsel Taktikler” isimli araştırma projesi için bir destek bursuydu. Araştırma, kentsel gelişme ve esnek kent politikalarının ekonomik büyüme ve sosyal sürdürülebilirliği desteklemedeki rolünün anlaşılmasına odaklanmaktaydı. 

MS: Buffalo Üniversitesi’ndeki eğitim sürecimde derslikte ders ne kadar önemli ise, mesleki geziler, konferans katılımları da o derece önemli olmuştu. Sıklıkla kuzeydoğu ve doğu ABD’de, Kanada’da teknolojik üretim süreçlerini yerinde izleyebileceğimiz tesislere, fabrikalara, yapılara gezilerimiz oluyordu. Sektörün bire bir içinden bilgi alıyor, gözlemliyor, yerinde tartışıyorduk. Stüdyo dersleri kapsamında birtakım yarışmalara da girmiştik.

Buffalo’da yüksek lisans derecesi aldıktan sonra, Türkiye’ye dönmeden önce pratik deneyim edinmek istiyordum. Baltimore-Washington bölgesinde 1985-1995 yılları arasındaki deneyimler önce orta boyutlu bir Baltimore ofisinde, sonraları büyük boyutlu bir ofiste deneyimler oldu ikimiz için de. O yıllarda kendi stüdyomuzu da oluşturduk. Yarışmalar, bazı küçük ölçekli projeler gerçekleştirdik birlikte. Bazen de diğer meslektaşlarla ortak çalışmalarımız oldu. 

İki mimar olarak bu yıllar birçok ilki yaşadığımız dönemdi bizler için. İlk uluslararası yarışma derecemizi bu yıllarda aldık, uluslararası ortamda ilk kez yetkinlik sınavına girdim ve yetkin mimar oldum, ilk mimarlık proje sergimizi bu yıllarda açtık, mimarlık konularında ilk yayınlarımızı yapmamız bu dönemde oldu. 

SS: Buffalo’dan mezun olduktan sonra mimarlık ofisinde çalışma deneyimimin, bugün içinde bulunduğum pratik ve akademik ortamlarda bana çok faydası olduğunu düşünüyorum. ABD’de projelendirme, uygulama alanında var olan denetimlerin titizliği, mimarlık ve mühendislik alanında beklenen iletişim ve koordinasyon bugün kentlerimizde rastladığımız ve çözümü hiç de zor olmayan sorunların nasıl bertaraf edilebileceğini öğretir nitelikteydi. Bu nedenle eğitim döneminin ardından ofis deneyimi kişinin ayaklarının yere basmasını sağlar, teorik bilginin gerçek yaşamla ilişkisini pekiştirir. Akademik ve tasarım çalışmalarını birlikte yürütmeyi amaçladığımız için bu dönem içinde tasarım ve uygulama projelerinde çalıştık, proje yarışmalarına katıldık. En uygun zaman “şimdi” diye düşündüğümüz bir dönemimizde de İTÜ’nde Bina Bilgisi Programı’nda doktora çalışmalarımıza başladık. Tez araştırma aşamasında tekrar Baltimore’da çalışmalarımızı sürdürdük. Doktora araştırmalarımız, kendi ofisimizdeki çalışmalarımız hepsi birlikte yürüdü. Erin bu dönemde dünyaya geldi, doktora çalışmalarımıza eşlik etti, bize güzel deneyimler kazandırdı. Tasarım alanında çalışma isteğime rağmen farklı alanlarda yüksek lisans çalışması yapmam o dönemde çok sorgulandı ve bu seçimimi uzun süre çevreme açıklamak durumunda kaldım. Günümüzde disiplinlerarası çalışmaların önemi anlaşıldığı için sorgulamaların da çok anlamlı olmadığı ortaya çıkmış oldu.

MS: Doktora çalışmalarımız hemen hemen aynı aylarda sonuçlandı. Bir yandan orta büyüklükte bir üretim tesisinin projeleri ve uygulama kontrollüğü işini üzerimize almıştık. Ofis, ev ve üniversite üçgeninde hareket edebilmeyi başarmıştık. Ben YTÜ’de, Sema da o dönemlerde yeni kurulmakta olan bir vakıf üniversitesinde göreve başladı. Araştırma ve akademik çalışmalarımız, iki ayrı kurumdaki dekanlık görevi ile yönetim deneyimimiz yoğun odaklanmaları gerektirdi, yeni tecrübeleri edindirdi. Tüm bu süreç içinde tasarımcılık sürdü, çok çeşitli projeler gerçekleşti ve gerçekleşmeye de devam ediyor. 

ES: Cornell’de öğrenci iken ve mezuniyetim sonrasında S+ ARCHITECTURE’da çeşitli projelerde rol aldım, gerçekleşen bazı projelerde ekipte oldum. Yüksek lisansa başlamadan önce üç yıla yakın bir süre KPF’de mimari tasarımcı olarak New York, Washington DC ve Shenzhen, Çin’de konumlanan büyük ölçekli projelerde çalışma şansım oldu. Gönüllülük esasına göre sosyal sorumluluk projelerine katılımın önemine inanırım. Bu amaçla AIA New York Mimarlık Merkezi’nde “Global Dialogues” Komitesi’nde aktiviteler başkanı olarak çalıştım. “Habitat for Humanity” bünyesinde Vietnam’da düşük gelirliler için konut yapımında ve New York’ta diğer sosyal sorumluluk projelerinde katkım oldu. KPF'deki deneyimim, biçim oluşturma konusuna olan ilgimin yanı sıra daha büyük ölçeklerde etki yaratmaya ve kentsel sorunlara çözüm bulmaya da ilgimin olduğunu fark etmemi sağladı.

2019 yılında, pandemi öncesinde kentsel tasarım yüksek lisans programlarına başvurmuştum. 2020 yılı baharında Harvard GSD, Columbia GSAPP ve MIT SA+P’ye yaptığım başvuruların hepsinden kabul almak beni çok sevindirmişti. Harvard Üniversitesi’ndeki programın daha esnek olması ve kendi müfredatımı oluşturma imkanı sunduğu için oraya gitmeye karar verdim. Kentsel tasarım eğitimi kentsel sorunlara sistematik bir perspektiften yaklaşmamı sağlarken, nitel ve nicel beceriler kullanarak daha çeşitli, adil ve kapsayıcı kentler için çerçeveler oluşturmama yardımcı oldu. Yapılı çevreye olan ilgim, Gayrimenkul Finansmanı ve Geliştirme, Pazar Analizi ve Kentsel Ekonomi, Kamu ve Özel Gelişim ile Yapılı Çevrede Girişimcilik gibi derslerle pekişti. Bu dersler projeleri sosyal, çevresel, ekonomik ve finansal parametreleriyle ilişkilendirerek hayal etmem için entelektüel araçlar geliştirmeme yardımcı oldu. Okulun Gayrimenkul Geliştirme Kulübü’nde Aktiviteler Direktörü olarak çalıştım. Harvard GSD’de öğrenci olmanın bir avantajı da MIT’den de ders alabilme olanağı. Yüksek lisans eğitimim sırasındaki önemli kazanımlarım arasında MITdesignX 2022 girişimcilik programında düşük gelirliler için konut konusunda bir proje önerimizin MIT’den kabul ve destek alması, bir başka ortak projemiz olan Munay Prep isimli girişimimizin Harvard Yenilikçilik Laboratuvarı’nda kabul görmesidir. 

İki kuşak mimar olmak sizin için ne anlam taşıyor? 

MS: İki kuşak mimar olmak çok anlamlı benim için. 46 yıl önce İTÜ’ye mimar olmak üzere girdiğimde tarihi kentlerde dolaşmayı, tasarlamayı, çizgiler ile düşünceleri, tasarımı ifade etmeyi seven bir öğrenciydim, o kadar. Gelecekle ilgili planların pek de yapılamadığı bir dönem içindeydi o yıllarda ülkemiz, belirsizlikler hakimdi. Hayatın önünüze ne çıkaracağını pek de bilemezsiniz. Bu duygularla Taşkışla’da başlayan eğitim dönemim, heyecan içinde öğrenerek geçen dört yıl sonunda mimar olmak büyük kazançtı benim için. Sema ile İTÜ’de tanıştık; o dönemde sınıf arkadaşıydık, şimdi hayat arkadaşlığımız kesintisiz olarak 40 yılı buldu. Aynı evde iki mimar olmak zaman zaman zordur ama çok da eğlencelidir. İTÜ’de başlayan serüvenimiz Buffalo Üniversitesi’nde devam etti. Türkiye ve ABD arasında pratik ve akademik deneyimlerle beslendi. Ofis deneyimimiz eğitim yaklaşımımıza katkıda bulundu, eğitim deneyimimiz de tasarım ve ofis yönümüzü güçlendirdi. Bu deneyimler ikimize de akademik ortamlarda dekanlık olanağını sağladı. Projeler, sergiler, yayınlar bilgi paylaşım araçları oldular, uluslararası ortamlara açılım sağladılar. O dönemde ABD’nin Maryland eyaletinde her keresinde bir hafta süren ve iki yıla yayılan mesleki sınavlardan sonra “yetkin mimar” olmuştum, 2019 yılında da mesleki çalışmalarım Amerikan Mimarlar Enstitüsü tarafından “FAIA” ünvanı ile değerlendirildi.

Meslekte yeni yönelimler, kuşaklar boyu süreklilik gibi konularda bizi geleceğe taşıyan, yeniliklere açan Erin oldu. S+ ARCHITECTURE’ın New York ve uluslararası ayağı da ikinci kuşak mimarımız Erin ile ivme buldu. 

ES: Küçük yaştan itibaren mimarlık ortamını tanımam, spesifik ilgi alanlarımı keşfetmek için daha fazla olanak sağladı. Bu olanaklar geleneksel bir mimarlık kariyerinden daha fazlasını getirdi. Üst ölçeklere odaklanarak kent ölçeğinde projelerde sorumluluk sahibi olmama yardımcı oldu.

SS: Aynı evde mimar olmak, birlikte çalışmak ilginç bir deneyim. Murat ile öğrenciyken ortak projelerde çalışmıştık. Ayrı fikirlere sahip olsak, zaman zaman rakip olsak bile ortak bir çözüm üretebilmeyi o zamanlar öğrenmiştik. Meslek hayatımızda bazen ortak projelerde ve akademik olarak ayrı kurumlarda, farklı yoğunluklarda çalıştık. Bu, kuşkusuz mimarlık konusunun günlük hayat içinde de devamlı var olma durumunu, tatillerimizi yoğunluklu olarak tarihi mekanları, yeni kent ve yapıları gezerek, tartışarak geçirme durumunu ortaya çıkardı. Bu gezilerde Erin de çok küçük yaşlarından itibaren vardı; hangi yapıların “daha güzel” olduğu sorgulamasını yapmasına ve bazı mimari terimlerin çok küçük yaşlarında kelime dağarcığına girmesine neden oldu. Ofis yaşantısı içinde bizim çizim masalarımız, onun da resim masası, kalemleri vardı. Zaman zaman rulo kağıtlarını yere serip büyük boyutlu resimler yapar, birlikte oyuncak maketler yapardık. Tüm bu açılımlara rağmen Erin’in meslek seçiminde onu etkilememeye çalıştık. Sanırım bizim mimarlık sevgimiz ve ilgimiz, mimarlığın yaşam biçimimize yansıması onu olumsuz etkilemedi. Küçüklüğünden itibaren matematiği ve görsel farkındalığı güçlü idi, sabah kalkıp çocuk yuvasına gitmeden koşup bir şeyler çizer, boyardı. İlkokulda katıldığı resim yarışmasında İstanbul birinciliği kazanmıştı. Kendisinin de bahsettiği gibi Harvard Yaz Okulu’nda aldığı mimarlık ve sanat derslerinden sonra mimar olmaya karar verdi. Erin’in mimarlık tercihine sevindim, çünkü eğitim içinde gençlerle birlikte olan bir mimar olarak, onun yetenekleri ve eğilimleri doğrultusunda doğru bir tercih yaptığını düşünüyorum. Erin’in Cornell gibi mimarlık alanında önemli bir yere sahip bir üniversitede okuması, bize de hızla değişen meslek eğitim ve pratiğini uluslararası boyutuyla daha yakından izleme, deneyimleme imkanı vermesi açısından önemliydi. Akademisyen olarak bulunduğum kurumda dekanlık yaptığım döneme rastlayan bu zaman diliminde, Cornell Üniversitesi’nin mimarlık programı, yakından izleme olanağı bulabildiğim, fiziksel ve eğitim olanakları güçlü bir örnek oluşturdu. Erin’in Cornell ve Harvard gibi kurumlarda eğitim alması, bu üniversitelerin kampüslerindeki mekansal deneyimlerinin bir mimar olarak ona kattıklarını görmek de gurur verici. Mimarlık öğrencilerinin farklı kültürlere açılımlarının, farklı mekansal deneyimlerin onların mesleki gelişimi için önemli olduğunu düşünüyorum. Bizden farklı bir eğitim ve meslek deneyimine sahip bir mimar olarak, Erin ile mesleki konularda konuşabilmek, yeni mesleki açılımları izlemek, uluslararası boyutta güncel gelişimleri yakalamak bizim gibi öğrenmeyi ilke edinen bireyler için çok güzel.

Uluslararası projelerle çalışmak, ulusal projelerle çalışmaktan farklı olarak hangi zorlukları beraberinde getiriyor?

MS: S+ bünyesinde bazen ulusal bazen uluslararası projelerin, araştırmaların içinde oluyoruz. Tasarım ve araştırma çalışmalarını birlikte yürütüyoruz. Proje gerçekleştirmenin yanı sıra bilgi paylaşılması bağlamında gerçekleştirdiğimiz kitaplar, çeşitli yayınlar, sergiler için araştırma yapmak ve bu doğrultuda üretmek de zamanımızın önemli bir bölümünü alıyor. Teknoloji artık mesafeleri kısaltmış durumda. Bazı projelerimizde uluslararası bir ekip olabiliyor. Çevrimiçi toplantılar her türlü koordinasyonun yapılabilmesini kolaylaştırıyor. Çalıştığınız ekiplerde farklı kültürlerden gelen kişiler olabiliyor, birlikte çalışma ortamı ve süreci birlikte deneyimlemek ortak bir çalışma kültürünü de oluşturuyor. Uluslararası bir projede konsepte yönelik ön proje eskiz ve düşünceleri, bilgisayar destekli etütler, yapım süreci kolaylıkla farklı ortamlarda gerçekleşebiliyor. Son otuz yılı düşünerek yanıtlarsam, farklı ortamlarda projelendirme ve ardından gelen uygulama sürecinin zorlukları da var. Teknolojik imkanları verimli kullansanız da koordinasyon yüz yüze bir ortamda projelendirme sürecine göre daha uzun zaman alıyor. 

SS: Uluslararası projelerde çalışma deneyimimiz 1980’li yıllara uzanıyor. Sınırlı yerel deneyimle bu havuzun içine atladığımız için sanırım zorlukları o dönem daha fazla hissettik.

Çok kapsamlı projelerde proje mimarı olarak çalışmak ve oldukça büyük projeler deneyimlemek durumunda kaldığımız için çalışma ortamı projecilik anlamında okul gibi oldu. Tasarım projesinin uygulamaya dönüştürülmesi ve bire bir uygulanacağı bilinci, konuya üst ve detaylı bir bakış gerektiriyor. Bu bilinci kazandıktan sonra problemlere yaklaşım çok da farklılaşmıyor. Bugün uluslararası ortamlarla iletişimde bulunmak bir anlamda çok kolaylaştı. Teknoloji mesafeleri kaldırdı, kültürlerarası ilişkileri arttırdı, geçmişe oranla yabancılıkları, farklılıkları azalttı, kültürel farkındalıkları arttırdı. Son zamanlarda uluslararası çalışmalarda konsept ve avan projeye odaklanmamız sebebiyle ve teknoloji sayesinde çok büyük sorunlar yaşamıyoruz. S+ bünyesinde bazı yarışma projelerinde de yer alıyoruz. Özellikle bu bağlamda eskiye nazaran her şeyin çok kolaylaştığını söyleyebilirim.  

Özellikle yurtdışındaki projelerde yerel kültürleri anlama sürecinizin nasıl işlediğini merak ediyoruz. Uluslararası projelerinizde çalışan ekip üyeleri arasındaki dil ve kültürel farklılıkların etkilerini hissediyor musunuz? Evet ise, bunu nasıl dengelemeye çalışıyorsunuz?

SS: Yukarıda da bahsettiğim gibi 1980’lerde başlayan projecilik deneyimimiz, 1995’lerden sonra yoğunlaşan akademik deneyimimiz, değişen yoğunluklarla devam ederken zaman içinde mimari problemlere bakış açısı da her iki yaklaşımın bileşenine dönüşüyor. Bu ikili deneyim birbirini besliyor, mimari probleme kapsamlı bir bakışı ortaya çıkarabiliyor. Her durumda mimari problemin kendine has özellikleri vardır. Bu, bazen kültürel farklılıkların öne çıkardığı, bazen aynı dili konuşsanız bile dünya görüşü farklılıklarının ortaya çıkardığı problemleri içerir. Bu nedenle ulusal veya uluslararası projelerde bu konu çok değişmiyor. Herhangi bir mimari proje her zaman derin bir analiz sürecini içerir. Bu süreci yeterince ve bilinçli değerlendirirseniz farklılıkları anlamak, anlamlandırmak eğlenceli bile olur. 

ES: Mezun olduktan sonra New York’ta çalışmaktayım. Çalışma ortamımda farklı kültürlerden gelmiş, eğitimlerini ABD veya başka ülkelerde almış meslek insanları ile çalışıyorum. Kültürel farklılıkların her zaman çalışma ortamına zenginlik kattığını düşünürüm. 

Son olarak, uluslararası açılımlarda bulunmak isteyen genç mimarlara tavsiyeleriniz nelerdir?

SS: Bu soruyu akademisyen kimliğimle cevaplayayım. Mimarın her zaman iyi bir gözlemci, iyi bir araştırmacı olması ve eleştirel düşünme yetisi kazanması gerektiğini düşünüyorum. Mimarlık mesleğine karar vermiş kişilerin öncelikle kendi kültürlerini, global ortam içindeki yerlerini anlamaya yönelik okumalar, geziler yaparak, uluslararası atölye çalışmaları, yarışmalara katılarak deneyim edinmelerini öneririm. Kişinin kendi dünyası dışına çıkması, yeni kültürleri tanımasını sağladığı gibi kendi kültürünü anlama, yorumlama becerisini de kazandırır. Bu bağlamda mimarların yerel coğrafyalarını ve dünyayı keşfetmelerini öneririm.

ES: Bu konudaki deneyimlerimi paylaşmak isterim. Yukarıda da bahsettiğim gibi Cornell’deki lisans eğitimim sırasında iki dönemi ana kampüsün bulunduğu Ithaca dışında, Roma ve New York’da okudum. Araştırma ve proje geliştirme için Amazon Havzası, Brezilya’da ve Eidlitz Seyahat Bursu ile Medellin’de, “Habitat for Humanity” bünyesinde Vietnam’da düşük gelirliler için konut inşaatında çalıştım. Öğrenci iken stajlarımı İstanbul, New York ve Madrid’te yaptım. Bugün bu deneyimlerin mesleki gelişimime katkıları olduğunu düşünüyorum ve mimarlık öğrencilerine ve genç mimarlara benzer açılımları öneriyorum.   

MS: Uluslararası açılımlarda bulunmak isteyen genç meslektaşlara tavsiyelerim eğitimlerinin oldukça erken aşamalarında uluslararası ortamlara açılmak için çaba göstermeleridir. Lisans ya da lisansüstü eğitimlerini yurtdışında yapmak bu açılımı başlatabiliyor. Böyle bir imkan olmazsa, çeşitli uluslararası meslek örgütlerine üye olmaları, o yapı içinde aktif rol almaları ve uluslararası çevrelerini arttırmaya çaba göstermeleri önemlidir. Mesleki çalışmalarını ulusal olduğu kadar uluslararası ortamlara da taşımak amacıyla proje yarışmalarına katılmaları, sergi açmaları, yayın yapmaları faydalı olacaktır. En önemlisi hayat boyu öğrenmeyi sevmelerini ve bildiklerini paylaşmalarını öneririm.