Konuk Editör: Sema Yazıcı – İstanbul
Ah İstanbul… Şımarık, hırçın, nazlı bir sevgili gibisin. Ne sevmekten vazgeçebiliyoruz seni, ne de bırakıp gidebiliyoruz. Sanat eseri gibi Boğaz’ın güzelliğini izlemeye doyamıyoruz. Tarih kokan sokaklarında her gün yeni bir cevher buluyoruz. Masmavi suların gökyüzüyle birleşince, baharda erguvanların, yaseminlerin açınca, Arnavut kaldırımlarında bir kahve içimlik keyif yapınca yeniden nefes alıyor, can buluyoruz. Yedi tepeli, heybetli, dört başı mağrur İstanbul...
Boğaziçi’nin sularında inci gibi dizilen yalıların; geçmişten gelen bir rüya gibi, ada vapuruna eşlik eden martıların; bugünden yarının habercisi, hele bir de tarihi yarımadada batan güneşinin kızılı; umut gibi, yarına selam durur gibi…
İşte diyorum güzelliğiyle kıtalara nam salan, kültürüyle yıllara meydan okuyan, medeniyetlere ev sahipliği yapan Şehr-i Sultan İstanbul.
Sonra bir korna sesi geliyor uzaklardan, bir kavga, bir çığlık… Nereden baksan kaos, telaş, toz bulutu. Zaman kayıp gidiyor ellerimizden, hırçın bakışlar, gergin bekleyişler… Arkası mutsuzluk, öfke, stres… Yüksek binalar arasında küçücük kalan insanlar, sayılı olan günlerimizi trafikte tüketip kalabalıklar arasında kaybolup nasıl hayatta kalıyoruz, nasıl yaşıyoruz biz seninle….
Hepimizin hayalî bir gün kaçıp gitmek senden. Kimi doğup büyüdüğü topraklara, kimi bir Ege kasabasına kimileri ise çok uzaklara başka kıtalara... Gidebilenler şanslı mı bilemem ama kalanlar hep esir hep sevdalı...
İspanya’nın dar sokaklarında yürürken Balat’ı hatırlarsın, hani bir Yunan kasabasında Sarıyer’in köşkleri gelir gözünün önüne, Venedik’te kano gezintisi yaparsın “yok,” dersin “bizim Boğaz havası başka”, İngiltere’nin soğuk ve yağmurlu baharlarına inat mimozalar sarmıştır İstanbul sokaklarını.. Velhasılı kelâm dünyanın neresinde olursan ol, bir parçan hep buradadır.
Ne yaman bir çelişki.. Şairin dediği gibi: