Barınma İhtiyacının Konuta Evrilen Süreci
İkincisi tarımsal hayat, sonuncusu ise endüstri devri diyebiliriz. Bu üç ana dönem ile yaşantımızda belli değişiklikler olmuştur. Burada sizlerle barınma ihtiyacı özelinde bir tarihsel gelişimi ve değişimi inceleyelim.
Göçebe hayatın gereklilikleri sebebi ile yerleşik hayatın var olmadığı bir yaşam tarzı mevcuttu. Mağara gibi insan eli ile yapılmayan bir nebze de olsa korunaklı alanları geçici barınma mekânları olarak kullanıyorlardı. Bu dönemde buzul çağı yaşandığı için insanlar genellikle avlanmak için dışarı çıkıyorlardı. Günlerinin geri kalan kısmını da mağaralarında ateş başında geçiriyorlardı.
Göçebe yaşamdan yerleşik hayata geçişin ana sebebi tarım olmuştur. Tarım ile birlikte insanlar ekip- biçtikleri alanlarda uzun süreli kalmaları kendilerini bulundukları bölgeye ait hissetmelerini sağlamıştır. Aidiyet ,hayvanlardan korunmak, vb. sebepler yapay yaşam alanlarının başlangıcının ilk kıvılcımları olmuş diyebiliriz. Bir başka önemli olan sebep de iklimsel değişimler sonucu buzul çağının sona ermesi ile birlikte insanların daha çok mağaraların dışında doğa ile iç içe yaşamaya başlamasıdır. Havaların ısınması ve insan nüfusunun da artmaya başlaması yaşam tarzlarında değişime gitmelerinin sebeplerindendir.
Bilindiği üzere dünyanın en eski yerleşim yeri Çatalhöyük’tür. Konya ilinin Çumra ilçesinde yer alan Neolitik döneme ait bu höyük, mimarisi ile öne çıkan, yaklaşık 9400 yıllık bir geçmişe dayanır. O dönemin ev tipolojilerinde, ihtiyacı karşılayacak şekilde, hayatta kalmak üzere kurulu konutlar mevcuttur. Her evde bir oda ve bir depo bulunmaktadır ve tek katlıdırlar. Isınma ve yeme-içme ihtiyaçlarına yönelik her evin odasında dikdörtgen bir ocak yer almaktadır. Evlere damdan girilecek şekilde konumlandırılmış bir açıklık bulunmaktadır. Kapı görevi gören bu açıklıktan merdiven yardımı ile evin içerisine giriş sağlanmıştır. Günümüzdeki mevcut kapı konumlandırılmasına uymayan bu örneğin hayvanlardan korunmak için bu şekilde yerleştirildiğini söyleyebiliriz. Günümüze çokta uymayan bir diğer özelliği ise artık kullanılmayacak bir evin yıkılması yerine içerisine toprak doldurulup üzerine yenisinin yapılmasıdır. Araştırmalar sonucunda 21 metre olarak belirlenen höyükte 18 tane yapı katı olduğu ortaya çıkarılmıştır.
O dönemin malzemelerini kullanarak yapılan bu evlerde ağaç, kamış ve kerpiç kullanmışlardır. Tavanı kapatmak için kullanılan kamışların üzerine sıkıştırılmış kil toprak yerleştirmişlerdir. Beyaza boyanan sıvalı duvarlar üzerine kırmızı, sarı ve siyahın tonlarını kullanarak resimler yapmışlardır. Yapılan bu resimlerin kimi zaman dini inançları simgeleyen figürler olurken kimi zaman da doğanın içerisindeki silüetler olduklarını görüyoruz. En önemli bulgulardan biri duvarlarında kendi kent planlarını bulundurmasıdır. ve bu özelliği ile de kendi kent planını çizen ilk yerleşim merkezi olma özelliğini taşımaktadır. Yerleşik hayata geçişleri ile aitlik ve sahiplik duygularının da geliştiğini, pişmiş topraktan yapılmış damga mühürler ile mülkiyet kavramına verilen önem belgelenmiş oluyor.
Gelgelelim bu mimari kültürün üzerine şuan inşa ettiğimiz konutların kimliksizliği söz konusudur. Gitgide artan nüfusa, doğru orantılı olarak konutlarda da artış gözlendi. Geçmişten çıkardığımız dersler ile birlikte yeniye yönelmek yerine sıfırdan şekillenen bir mimari anlayışı benimsedik ve bu alınan kararlar neticesinde ortaya çıkan sonuç ürünlerin kalitesi tartışılır durumda. Sonuç olarak geçmişte yaşadığımız konut tipolojileri günümüze bir anı olarak kaldı ve bu anıları ne derecede yeni olana yansıttık sizce?
Birçok konuda olduğu gibi konutlarda da gelir seviyesinin kent ölçeğinde bir sınıfsal ayrıma yol açtığını görmüş oluyoruz. Kentin belli bir bölümünün göz alıcı ölçekte konut bloklarıyla dolmuş olduğunu görürken kalan bölümlerinde de tek tipleşmiş modüler bloklar ile karşılaşıyoruz. Kentin bütünlüğünü bozan bu durum nasıl dengelenebilir sizce?
Sizce bunca konutun inşa kararında ileriye dönük neler doğuracağı hesap edilerek mi yapıldı?
Zeynep ÖRÜM